Leonardo da Vinci
Biyografi
1452
15 Nisan’da, Ser Piero di Antonio da Vinci’nin gayri meşru çocuğu
olarak dünyaya geldi. Leonardo’yu babası aldı ve köylü olan annesi
Caterine yerine, sosyal sınıfını daha uygun gördüğü Albiera di
Giovanni Amadori ile evlendi.
1469 Floransa’ya taşındı.
Leonardo ressam ve heykeltıraş olan Andrea del
Varrocchio’nun atölyesinde çalışmaya başladı.
1472 Floransa’daki
San Luca Derneği’ne katılması, onun ressamlıkta profesyonel ve
bağımsız bir konuma yükseldiğinin bir göstergesi oldu.
1473 Bilinen ilk resmi olan “Arno Vadisi Manzarası”nı yaptı.
1476 Leonardo 17
yaşındaki asistanı, Jacopo Saltarelli, ile homoseksüel bir ilişkisi
olmasıyla suçlandı.
1472-1480
Verrochio’nun atölyesinde çalışmaya devam etti. Aynı zamanda
‘İsa’nın Vaftizi’, ‘Karanfilli Meryem’, ‘Benois
Meryemi’ ve hatta ‘Meryem’e Müjde’ gibi bireysel
çalışmalarına da devam etti.
1478 Floransa’da,
Palazzo Vecchio’da bulunan Bernhard Kilisesi’ne mihrap resmi yapmak
üzere -büyük olasılıkla babasının yardımıyla- görevlendirildi. Ancak
resmi tamamlamadı.
1482 Milano’ya
taşındı ve Milano Dükü Ludovico Sforza adına askeri mühendis,
heykeltıraş ve ressam olarak çalıştı.
1483-1486 Ambrogio ve Evangelista de Predis adlı iki erkek kardeş
ile beraber ‘Kayalıkların Meryemi’ adlı mihrap resmi yapmak için
görevlendirildi.
1487-1488 Milano Katedral Atölyesinde danışman mimar olarak çalıştı.
1489-1494 Sforza ailesinin ressamı olarak çalışan Leonardo, Ludovico
Sforza tarafından ısmarlanan, Francesco Sforza’nın atlı bir heykeli
üzerinde çalışmaya başladı.
1499 Fransa Kralı Louis XII için ‘Burlington
Evi’ne başladı, ancak Milano’dan ayrılarak Venedik’e
gitti.
1500 ‘SS. Kilisesi
için
Meryem, İsa ve Azize Anne’ resminin desenini yaptı.
1501 Florimond Robertet için ‘Meryem ve İsa’ (Yarnwinder
Meryemi) üzerinde çalıştı.
1502 Asker olan Cesare Borgia’ya, Kuzey ve Orta İtalya seyahatı
sırasında, mimar ve askeri mühendis olarak eşlik etti.
1503 Floransa’ya
döndü ve karısı Lisa del Giocondo’nun –günümüzde
Mona Lisa olarak anılan- portresi üzerinde, daha sonra da
en görkemli çalışmalarından biri olan Palazzo Vecchio’daki duvar
resmi ‘Anghiari Çatışması’na başladı.
1504 Babası öldü.
1506 Floransa’daki sivil otoriteler tarafından, Fransız Vali Charles
d’Amboise’un isteği üzerine, üç aylığına Milano’ya gitmek üzere izin
aldı. Ancak izin süresini aştı ve ‘Anghiari Çatışması’nı yarıda
bıraktı.
1507 Duvar resmini bitirmek üzere kısa bir süreliğine Floransa’ya
geri döndü, ancak tekrar Fransa Kralı tarafından Milano’ya çağırıldı
ve burada ‘Kayalıkların
Meryemi’ adlı resmin yeni bir versiyonu üzerinde
çalışmaya başladı.
1508-1512 Floransa’ya kısa ziyaretler dışında zamanının çoğunu
Charles d’Amboise’e hizmet etmekle geçirdi.
1513 Charles d’Amboise’un ölümünden sonra, Leonardo yeni patronu
Guiliano de’ Medici ile Roma’ya gitti.
1516 Guiliano de’ Medici’nin ölümünden sonra, Fransız Kralı Francis
I’e hizmet etmeye başladı. Yaşadığı Cloux’ta bilimsel deneyler,
mimari ve sulama projeleri yaptı.
1519 Leonardo, 2 Mayıs tarihinde Cloux’ta öldü. İsteği üzerine
Amboise’daki St. Florentine Kilisesine gömüldü, ancak savaş
sırasında mezarı yok oldu.
1520-1530 Leonardo’nun öğrencisi olan Francesco Melzi, ona miras
kalan yazıları düzenledi ve ‘Resim üzerine İncelemeler’i bir araya
getirdi. Leonardo’nun resimleri ise Giacomo Salia adlı başka bir
öğrencisine miras kaldı. Ancak Salia’nın ölümünden sonra
Leonardo’nun resimleri 1530’larda Fransa Kralı tarafından alındı.
Resimler halen Louvre Müzesi’nde görülebilir.
Kaynakça:
Frank Zöllner, ‘Leonardo’, Germany: Taschen, 2000
Leonardo Da Vinci: “L’UOMO UNIVERSALE” Ve
Dönemi
Burcu Pelvanoğlu
Asıl
adı Leonardo di Ser Piero da Vinci olan Leonardo da Vinci,
genellikle
Michelangelo, Raffaello ve
Tiziano ile çağdaş kabul edilmekle birlikte, onun yaşamının büyük
bir kısmının 15. yüzyılda geçtiği bilinmektedir.
Floransalı ressam Verrochio’nun atölyesinde yetişen Leonardo,
1481’de Floransa’dan ayrılarak Milano Dükü Ludovico Sforza’nın
yanında çalışmaya başlamış ve burada asıl olarak mimarlık ve
mühendislikle ilgilenerek 17 yıl kaldığı Milano’da sadece 6 resim
yapmıştır. [1]
1500
yılında, Fransızların Milano’yu işgal etmesi üzerine önce Mantua,
sonra Venedik ve ardından Floransa’ya gitmiş; 1502’de Papa IV.
Alexandre’ın oğlu Cesar Borgia için çalışmaya başlamış; 1513-1517
yılları arasında da öğrencileri Francesco Melzi ve Salai ile
Roma’da, Papa X. Leo tarafından Pontine Bataklıkları’nın kurutulması
projesinde görevlendirilmiştir. 1517 yılında Roma’dan ayrılan
Leonardo, Fransa Kralı I. François’nın hizmetine girmiş ve ölümüne
dek Fransa’da kalmıştır. Bu özet bilgiler dahi, bir sanatçı ve bilim
adamı olan Leonardo’nun, Rönesans’ın “l’uomo universale”si (evrensel
insan) olarak gittiği tüm kentlerde Rönesans sanatının yayılmasını
sağlamıştır.
Rönesans
düşüncesine egemen olan, antik düşünce kaynaklı Hümanizm,
Yeni-Platonculuk ve Doğa Felsefesi, Rönesans sanat felsefesinin ve
dolayısıyla sanatının oluşmasında da etkili olmuştur. 14. yüzyıl
Nominalizmi’yle deney önem kazanmaya ve buna bağlı olarak öte dünya
anlayışının yerine görünür dünyanın araştırılmasına başlanmış;
evrenin bir makro kozmos olarak algılanmasıyla, bir mikro kozmos
olarak kabul edilen insan da, bu dönemde “birey” olarak öne
çıkmıştır. Doğadaki sonsuzluğu arama çabaları, insandaki sonsuzluğu
arama çabalarına uygun düşmüş ve bu doğrultuda felsefe gibi sanat da
özellikle insanı ve doğayı işlemiştir.
15. yüzyılda Floransa’da kurulan Platon Akademisi, başlangıçta
Platon ve Aristoteles’i uzlaştırmaya çalışsa da, antik dönem
metinlerinin sayıca artmasıyla Plotinos’u da keşfeder. Platon’un,
sanatları duyarlı görünüşlerin öykünmesine, güzelliklerini de bir
aldatmacaya müzikgeyen görüşüne karşı Plotinos, sanat yapıtlarının
güzelliğinde, kavranabilir olanın belirtisini görür. [2] Plotinos’a
göre, en düşçü varlığın bile kendisini güzel sayılan bir şeyle
ilişkilendirmesi gerekir. Bunu güzel görünmek için değil, basitçe
varolmak için yapmak zorundadır. Söz konusu varlık, ayrıca ideal
güzelliğe katıldığı ölçüde varolur. Onu ne kadar fazla yakalarsa, o
ölçüde kusursuz olur, çünkü güzelliği o ölçüde içine smüzikir,
içselleştirir. [3]
Plotinos,
genel olarak Yunan felsefesinin gelenekleştirdiği mimesis kuramından
yola çıkar ve tamamen tutarlı olarak salt bir idealizme, idealist
sanat felsefesine varır. [4] Onun düşüncesi, Rönesans döneminde,
özellikle Leonardo da Vinci’de yeni bir canlılığa kavuşacak, öykünme
kuramından yaratma kuramına geçişe katkıda bulunacaktır. [5] Diğer
bir deyişle, 15. yüzyılda Yeni-Platonculuk ile antik düşüncenin
“mimetik sanat” kuramından yararlanılırken; 16. yüzyılda sanat,
mimetik bir etkinlik olmaktan çıkıp idealist yaratıcılığa doğru
gelişim gösterecektir. Bu dönemde arkeolojik keşiflerin yapılmaya
başlanması da, giderek sanatçıların tavırlarının değişmesine neden
olmuştur. Nitekim, 1506’da Laokoon heykel gurubunun keşfinden hemen
sonra
Michelangelo, “…bu bir sanat mucizesi ve artık bunu
kopyalamaktan ziyade sanatçısındaki ilahi dehayı
anlamalıyız.”demiştir. [6] 15. yüzyıl boyunca gördüğünü kopyalayan
Rönesans sanatçısının yerini, 16. yüzyıla doğru arkeolojik bilginin
artmasıyla, antik sanatı anlamaya çalışan sanatçı tipinin almaya
başladığı söylenebilir.
15.
yüzyıl başlarında İtalyan sanatçılar, sanata Ortaçağ ruhundan farklı
bir ruhla yaklaşmışlardır. Onlar için resim, öncelikle dış dünyanın
görünümünün yansıtılmasıdır. Bu, Leonardo’nun deyişiyle, “taklit
edilen nesneye en çok benzeyen resmin en güzel resim olduğu” [7]
yolundaki inanışa dayanan yeni bir anlayıştır. Bu dönemde artık,
resimde gerçeğe benzetmenin genel ve temel bir önerme kabul edilmesi
ve mekanın üç boyutlu bir süreklilik olarak yorumlanması ilkesi
esastır. [8] Bu durum sanat kuramcıları tarafından da dile
getirilmektedir. Örneğin Alberti , 1435 yılında hazırladığı Della
Pictura adlı kitabının taslaklarını gözden geçirmesi için
Brunelleschi’ye gönderdiğinde ona şöyle demektedir: “Resmini yapmak
istediğimiz şeyi daima doğadan almalıyız ve daima doğadaki en güzel
şeyleri seçmeliyiz.” [9] Leonardo’ya göre de sanatçı, sadece
perspektifin ve doğru çizimin kurallarını bilmekle yetinmemeli,
doğanın yasalarını da iyi bilmelidir. Bunun için de temel koşul,
doğayı incelemektir. [10]
1480’lerde
Domus Aurea’nın, yani İmparator Neron’un Altın Evi’nin keşfiyle hem
birçok klasik motif tanınır hem de Rönesans dönemi arkeolojisi
başlamış olur. Neron’un Altın Evi’nin keşfi sonrasında birçok
sanatçı buradaki motiflerden kopyalar yapmış, bu sayede motif
dağarcığı zenginleşmeye başlamış, sanatçılar da eserlerinde Neron’un
Altın Evi’nde gördükleri grotesk [11] motiflere de yer vermeye
başlamıştır. [12]
Leonardo’nun ilk çeyreğini gördüğü 16. yüzyıl Rönesansı “Yüksek
Rönesans” ya da “Geç Rönesans” olarak adlandırılmaktadır. Peter
Burke, bu dönemi “Nazire Çağı” [13] olarak adlandırır ve “bu dönemde
klasik olan ile Ortaçağlı olan arasındaki çizgilerin netleştiğini ve
belirsizliklerin ayıklandığını” [14] söyler.
Yüksek
Rönesans ya da Burke’nin deyişiyle “Nazire Çağı”, büyük
koleksiyonların oluştuğu, kazıların yapıldığı Roma’da
şekillenmiştir. Avrupalı bir bakış açısıyla zaten dünyanın merkezi
olarak tasvir edilen Roma’nın bu dönemde bir sanat merkezi olmasının
nedeni, 15. yüzyılın sanat merkezi olan Floransa’da, Medici
Hanedanı’nın 1494 yılında ihraç edilmesinden 1512 yılında geri
dönüşüne kadar ve yine 1527-1530 arasında geçen iç karışıklıklar
olarak görülebilir. [15] Roma’nın bu dönemde bir sanat merkezi
olmasının bir diğer nedeni ise, 1503-1521 yılları arasında her ikisi
de bir sanat uzmanı olan II. Julius ve X. Leo’nun [16] papalığıdır.
16.
yüzyıl Roma’sı,
Michelangelo,
Raffaello ve Leonardo da Vinci’nin yaşadığı ortam olarak bilinmekle
birlikte, kentin bu dönemde antik edebiyatın merkezi olarak da aynı
derecede ünlü olduğu belirtilmelidir. Floransa’da Platon Okulu’nda
yetişen ve şair Poliziano’nun öğrencisi olan Papa X. Leo’nun
döneminde Roma, hümanizmin de merkezi olmuştur. Edebiyatla ve
bilimle ilgilenen, klasik el yazmaları koleksiyonculuğu yapan Papa
X. Leo, hümanistlerden Pietro Bembo’yu (1470-1547), Ovidius’un
yapıtlarını derleyen Andrea Navagero’yu (1453-1529) ve Il Cortigiano
adlı yapıtın yazarı Baldassare Castiglione’yi (1478-1529) Roma’ya
davet etmiş ve kentin hümanizm açısından da bir merkez olmasını
sağlamıştır. [17] Bu hümanist ortam, hiç şüphesiz Leonardo’nun
sanatına da yansımış; bu yansıma kendini onun portrelerinde olduğu
kadar anatomi çalışmalarında da kendini göstermiştir.
Bu
dönemde sanatçılar, kadavralar üzerinde çalışmışlar, insanın
yapısını incelemişlerdir. Bu konuda Leonardo da Vinci’nin de önemli
çalışmaları bulunmaktadır. Leonardo, otuza yakın kadavra üzerinde
çalışarak insan anatomisine ilişkin bilgileri toplamış ve bunları
ünlü defterine aktarmıştır. [18] Bunlar çoğu kez sanatsal olmaktan
ziyade, Rönesans’ın l’uomo universale (evrensel insan) tipiyle de
örtüşen bilimsel bir merakın ürünü olarak değerlendirilebilir. [19]
Rönesans
hümanizminin, belki de en önemli etkisi, evrensel insan tipinin
ortaya çıkmasıdır. Bu dönemde bilgi, Rönesans’ın ana hedefi olan,
kendinin bilincinde olan insanı oluşturabilmek ve akıl varlığı olan
insanın tüm yetilerini geliştirmesini sağlamak için kullanılmış;
bilgi sayesinde yetilerin gelişmesi sonucu, Rönesans’ta çok yönlü
insan anlayışı söz konusu olmuştur. Burckhardt’ın deyişiyle,
“Şahsiyetin en yüksek derecesine kadar gelişmesi, kültürün bütün
unsurlarına hakim bulunan gerçekten kuvvetli ve üstelik de çok
taraflı bir yaratılışla birleşince çok-taraflı insan, l’uomo
universale ortaya çıkar.” [20] Vasari de, Rönesans insanını üçe
ayırmış ve en son kategoriye, Leonardo ile Michelangelo arasına,
evrensel insanı yerleştirmiştir. Bu ideal insan, bireyin en gelişkin
evresini ve insanın dünyevi zaferinin ulaştığı doruk noktasını
simgelemektedir. [21]
Leonardo’nun,
Rönesans sanatına resimlerinden ziyade resim üzerine yazdıklarıyla
katkıda bulunduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır. Alberti’nin De re
Aedicatoria’sı (Mimarlık Üzerine) 1485 yılında basılmış, Piero della
Francesca, 1480-90 yılları arasında De Prospectiva Pingendi (Resimde
Perspektif Üzerine) adlı kitabını yazmış, Leonardo’nun arkadaşı olan
matematikçi Luca Pacioli’nin 1494’lerde yazdığı Divina
Proportione’nin (İlahi Oran Üzerine) çizimlerini de Leonardo
yapmıştır. Bütün bunlar, Leonardo’nun sanat ve bilim üzerine
düşüncelerini dile getiren bir yapıt yazma isteğini uyandırmış
olmalıdır. Leonardo’nun amacı, resim bilimi üzerine bir kitap
yazmaktır. Alberti’nin ve Piero della Francesca’nın kitapları
derinlik çizimleri ve oranlar konusunu ele alan ilk yapıtlardır
ancak Leonardo’nun isteği bunları bir adım daha ileri götürmektir.
1490-95 yılları arasında resim, mimarlık, mekanik, anatomi,
jeofizik, botanik, hidrolik ve havacılık konuları üzerinde
araştırmalar yapan Leonardo, gözlemleriyle elde ettiği sonuçlarla
kitaplardan öğrendiklerini birleştirmiş ve bunları çizimlerle de
desteklemiştir. Leonardo’nun resim, heykel ve mimarlık dışında
mekanik, jeofizik, botanik, hidrolik ve havacılık gibi konularla
ilgilenmesi, sanatsal olmaktan ziyade Rönesans’ın l’uomo universale
tipiyle örtüşen bilimsel bir merakın ürünüdür. [22] Onun bilimsel
merakını ve evrenselliğinin belki de en güzel örneği, 1481 yılında
Ludovico Sforza’ya yazmış olduğu mektuptur. Bu mektubunda Leonardo,
“müzikle, botanikle, jeofizikle uğraştığını, mekanik aletler
tasarladığını söyler ve gerekirse resim de yapabileceğini belirtir.”
[23]
Leonardo
da Vinci ile ilgili olarak belirtilmesi gereken bir nokta da, onun
bir akademi kurma isteğidir. 1563 yılında Cosimo de Medici,
Floransa’da, sistematik bir programı olmamakla birlikte sanatçıların
uğrak yeri olan Accademia del Disegno’yu (Desen Akademisi) kurar.
Leonardo’nun asıl istediği, Floransa’daki Platon Akademisi ile eş
bir kurum ortaya koymaktır. Fiziksel olarak böyle bir akademi
kuramasa da, Leonardo pek çok öğrenci yetiştirdiği için kaynaklarda
“Accademia Leonardi Vinci” den söz edilmektedir. [24] Leonardo’nun
öğrencilerine tavsiyesi şudur: “Önce bilim öğrenilmeli, sonra bu
bilimin nasıl doğduğu pratiğe dökülerek sanat eseri
oluşturulmalıdır.” [25] Dolayısıyla her ne kadar fiziksel bir
kuruluş olmasa da Leonardo’nun akademisi, öğrencilerine Rönesans’ın
çok yönlü insan anlayışını öğreten bir okul olarak
nitelendirilebilir.
Özetle,
insanın üç temel etkinliği olan eylem, üretim ve bilgi edinmek, onun
kendisine, doğaya, evrene bakış açısına göre belirlenir. Bakış
açısı, insanın tüm tinsel ve cisimsel ürünlerine yansır. Dünyaya
bakışın belirleyici koşullarını, bireysel özellikler kadar
tarihsel-kültürel birikimler de oluşturur. İnsanın en temel
etkinliklerinden biri olan sanatsal üretimin arka planındaki düşünce
yapısı, sanat yapıtının içeriğinde ve formunda görünüşe çıkar. Bu
bağlamda yapıt, onun yaratıcısının yaşamının cisimleştiği nesne
olarak karşımıza çıkar. Yapıtta cisimleşmiş olan yaşam da,
sanatçının içinde yaşadığı dönem ile bağlantılıdır.
Bu
açıdan Rönesans’ın sanat anlayışını belirleyen, bireycilik
kavramının dönemin düşünce yapısında başat olmasıdır. Bireycilik
bağlamında, insanın her şeyin ölçüsü olduğu anlayışının antik
düşünceden kaynaklandığı göz önüne alınırsa, Rönesans-Antikçağ
arasındaki etkileşim açıklık kazanır. İnsanın her şeyin ölçüsü
olması, aklı ön plana çıkarırken, insan aklının ulaştığı bir kavram
da sanatta, ideal güzellik anlayışıdır. Özellikle, Platon’un her
alana kuramsal olarak uyguladığı idealizm, Rönesans sanatçısının
sanatını olduğu kadar, kimliğini de etkiler ve çok yönlü sanatçı
kimliği ortaya çıkar. 18. yüzyılda Kant’ta ve 19. yüzyılda
Schelling’de görülecek olan deha kavramının tohumları da Rönesans’ta
atılır. Bu tohumları atanların başında da Leonardo da Vinci, “l’uomo
universale” gelmektedir.
Küratörler: Haşim Nur Gürel & İdil Ergün
Leonardo da
Vinci 555 Yaşında
Haşim
Nur Gürel
“Resmin; doğanın ürettiği her şeyin biçimlerini, renklerini,
yüzeylerini ve insanın gelip geçerken üretebildiklerinin tümünü
-yani kısaca gözlerin algılayabildiği her şeyi- kucaklayabildiğini
ve kapsayabildiğini bildiğimden dolayı tek bir şeyi iyi yapabilen
bir insan bana acınası bir usta olarak görünür.”
Leonardo da Vinci (1452-1519)
* * *
Leonardo 15 Nisan 1452’de, Floransa’dan fazla uzakta olmayan
Vinci’de doğmuştur. Evlilik dışı bir çocuk olduğu için soylulara
tanınan eğitim olanaklarından yararlanamayan, bu nedenle eğitim
sürecinin ilk yıllarında klasik Yunan metinlerine ulaşamayan
Leonardo, keskin zekası, bitmez tükenmez merakı ile çevresini kendi
gözlemleri ile yeni baştan keşfetmeye girişmiş, “tabulaa rasa”(1)
bir yaklaşım ile her konuda kendi bakış açısını geliştirebilme
şansını yakalamıştır... Genç yaşlarından itibaren çizme konusundaki
rahatlığı, becerikliliği ile dikkati çeken Leonardo, aynı zamanda
desenlerinin bitmişliği ile de eşsiz bir yeteneğe sahip olduğunu
kanıtlamıştır. Dönemin tarihçisi Vasari’nin naklettiğine göre
sonunda babası Piero onun çizimlerini yakın arkadaşı sanatçı Andrea
del Verrocchio’ya göstermiş, ve bu çizimlerin onun da ilgisini
çekmesi sonucunda Leonardo 17 yaşında bu sanatçının atölyesinde
çalışmaya başlamıştır.
Leonardo’nun ilk yıllarından yaşamının son yıllarına kadar
sürdürdüğü bu çizimlerinin genel değerlendirmesi olarak, bu çevre,
nesne ve canlı gözlemleri ile yaşamın sırlarını araştırdığı
söylenebilir. Defterlerindeki bazı çizimler ve notlar onun
sistematik ve bilimsel yaklaşımlı ilk otopsileri gerçekleştiren kişi
olduğunu da göstermektedir. İnsanın veya canlı tüm yaratıkların,
özellikle uçabilmeye olan merakı nedeni ile kuşların,
“makine”lerinin nasıl çalıştığını, ilerleyen yaşın bu organizmalarda
neleri, nasıl değiştirdiğini gözlemlemiş ve bugün de geçerliliği
süren neden sebep ilişkilerine -örneğin fazla zengin gıdaların
tüketimi sonucunda yaşlandıkça damarların tıkandığı sonucuna-
günümüzden beş yüz yıl önce varabilmiştir.
Sigmund Freud, “Hakikaten büyük Leonardo yaşamı boyunca birden çok
açıdan çocuk kaldı; aslında tüm büyük adamların çocukluklarının bir
bölümünü saklı tutabildikleri de söylenebilir. O da yetişkin
olduğunda bile oynamayı sürdürdü ve bu da onun çağdaşlarına çoğu kez
garip ve anlaşılmaz görünmesinin bir başka nedeniydi,” diyerek onun
ömür boyu çocuksu ve meraklı bakışını yitirmediğine dikkat çeker;
sanatçı bu gözlem gücünü, insanın ardına gizlendiği maskelerin
arkasına nüfuz eden bu delici bakışlarını sık sık da çevresindeki
hemcinslerine de yöneltmiştir.
Bu araştırmacı, teşrih edici, hiçbir engelden yılmayan meraklı ve
tutkulu bakış, Rönesans İtalya’sının insan tiplerinin de unutulmaz
bir “tipler galerisi”ni de ardında bırakmıştır. Bu insan
çizimlerinin önemli bölümü portre ve kompozisyon siparişlerinin
gerçekleştirilmesi için gerekli figürler için yapılan eskizlerdir.
Bir bölümü de değişik fizyonomilerinin çarpıcılığı ve sıradışılığı
ile da Vinci’nin dikkatini çeken ve defterlerinde yer alabilme
ayrıcalığını elde eden Rönesans İtalya’sı vatandaşlarının,
Floransa’lıların, Roma’lıların, Milano’luların, sanatçının yaşadığı
sosyal çevreden insanların, işverenlerin, onların eşlerinin, papalık
mensuplarının portrelerini içeren eskizler, toplumun her kesiminden
güzel, çirkin, yaşlı, genç, kadın, erkek insan suretleridirler.
Leonardo’nun yaşadığı Rönesans İtalyası sürekli çalkantılı,
çekişmeli ve savaşların, arbedelerin eksik olmadığı bir çağdır.
Leonardo da kendine hami ararken öncelikle kendisinin mühendislik
vasıflarını -savaş makineleri ve usulleri konusundaki uzmanlığını-
öne çıkarmıştır, kendi vasıflarını saydığı, başvuru mektuplarında.
Böyle bir çağın insan portrelerinde Leonardo’nun konu aldığı erkek
figürlerin savaşcı, ürkünç, grotesk özellikleri ile dikkat çekmesi
şaşırtıcı değildir. Buna karşılık gerçekleştirdiği dini konulu
resimlerinde ve portre siparişlerinde resmedilen kadınların önemli
çoğunluğunun güzelliklerinin oldukça idealize edildiği de dikkati
çeker. Tabii bu saptamanın önemli istisnaları Francesko Melzi’nin
Leonardo’dan 1490/91 dolaylarında kopye ettiği düşünülen “Grotesk
Yaşlı Kadın Portresi” ve 1492 olarak yapıldığı tahmin edilen
“Grotesk Portre Etüdleri”dir. Ama genelde başta “Mona Lisa (“Lisa
del Giocondo’nun Portresi”) olmak üzere, “Karanfilli Meryem”,
“Meryem’e Müjde”, “Ginevra de’Benci’nin Portresi”, “Kayalıkların
Meryemi”nin her versiyonu, 1490 tarihli “Kadın Portresi”, “Meryem,
Çocuk İsa ve Azize Anne” ve “Erminli Kadın” gibi yapıtlarındaki
kadınların pürüssüz ve ışıltılı tenleri ve tam simetrik ve geometrik
idealize oranlara uygun yüz formları ile idealize edilmiş “yüzler”e
sahip olduklarını söylemek gerekir. Bunda Rönesans İtalyası’nın
savaşçı hükümdarlarının ve diğer nüfuzlu kişilerinin oldukça ileri
yaşlarda oldukça genç eşler ile evlenmeleri nedeniyle bu kadın
modellerin önemli bölümünün çok genç ve güzel kadınlar olmalarının
da rolü vardır denebilir.
Leonardo’nun anatomi çizimlerinin ayrıntılarında insanın iç
organları gerçekte olduklarından daha fazla ilişkilendirilmişlerdir;
bu da onun insanın karmaşık bir iç yapıya sahip olduğu düşüncesinden
veya inancından kaynaklanmaktadır. Leonardo’nun düşüncesine göre tüm
insan uzuvlarının duygulara ilişkin işlevleri vardır; örneğin göz
yaşları tüm duyguların merkezi olan kalpten kaynaklanırlar. Bu fikir
yürütme doğrultusunda da Vinci’nin insan çizimlerinde de
gözlemlediği insanların yüzlerini onlara yönelik yargıları ve onlara
biçtiği rollere göre ifadelere büründürdüğü söylenebilir. Onun
çağdaşları Rönesans dönemi insanları portre galerisinin grotesk ve
karikatürize imgeler ile dikkat çekmesinin ana nedeni de bu
olmalıdır. Ressam belirli duygusal anlarını işlediği Hristiyan
mitolojisi konusundaki araştırmaları ile de geliştirdiği beceri ile
çok da sempatik gözlerle bakmadığı kişileri çirkinleştirir, ilgi
duyduğu ve farklı duygular beslediği kişileri de -örneğin genellikle
portresini yaptığı soylu kadınları- da gizemli ve duyarlı kılabilmek
için tüm becerisini seferber eder. Bu tarz yapıtlarının önde geleni
hiç kuşkusuz ölümüne dek yanından ayırmadığı, her gittiği yere
beraberinde taşıdığı ve ölümünden günümüze de büyük ölçüde onun ile
tanındığı, özdeşleştirildiği “Mona Lisa” portresidir.
Leonardo; “insan tipleri galerisi”ne seçtiği kişileri farklı
duruşlarda -profilden, önden ve yarı dönük- ve farklı yüz ifadeleri
ile kağıda geçirmiştir mürekkepli kalemler kullanarak… Bu çizimlerin
bazılarının ressamın çok az sayıdaki tuval üzerine yağlıboya ile
gerçekleştirdiği yapıtlarındaki figürlerde kullanıldığını
bilmekteyiz; bu nedenle aynı insan yüzünün farklı resim malzemesi
ortamlarında ve farklı tekniklerle nasıl birbirinden üstün ve
kendilerine özgü anlatım güçleri olduğunu da görebilmemizi sağlar,
bu birbirlerini bütünleyen çalışmalar…
Vinci’nin insan suretleri bizleri en kestirme yoldan Rönesans
İtalya’sının sokaklarındaki insan kalabalığının içerisinde
hissettirirler sanki. Bu prensler, papazlar, tüccarlar, savaşçılar,
soylu kadınlar, çocuklar ortaçağ sonrasının özgürlük ortamı
içerisinde modern insanın serüveninin, bireyin ortaya çıkışının da
ilk habercileri olurlar.
Bunun farkına varmamızı sağlayan ve o dönemin önemli bir görsel
bellek kaydını tutan büyük usta Leonardo da Vinci’yi doğumundan 555
yıl sonra saygı ile anıyoruz.
(1) İtalyanca’da ‘silinmiş tahta’.
[1] Bu 6 resimden 3’ünün
kaybolduğu bilinmektedir.
[2] Beatrice LENOIR, Sanat Yapıtı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,
2003, s.49.
[3] PLOTINOS, The Enneads, Faber and Faber Limited, London, 1956,
C.8, 9, 93.
[4] İsmail TUNALI, Grek Estetik’i, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1996,
s.129.
[5] Beatrice LENOIR, a.g.k., s.49.
[6] A.g.k., 131.
[7] LEONARDO DA VINCI, Defterler, Çev. Turhan Ilgaz, Hakan Yılmaz,
Hil Yayıncılık, İstanbul, 1992, s.23.
[8] Erwin PANOFSKY, Renaissance and Renascences in Western Art,
Almmqvist&Wiksell, Stockholm, 1960, s.169.
[9] Elizabeth G.HOLT, A Documentary History of Art, Vol.I, The
Middle Ages and The Renaissance, Anchor Books, New York, 1956,
s.217.
[10] LEONARDO DA VINCI, a.g.k., s. 22-23, 94.
[11] Vasari, grotesk’in ilk olarak İtalya’da Siena Kütüphanesi’nin
resimlerinde kullanıldığını ve 16. yüzyıl başlarında Raffaello’nun
arkeolojik araştırmalarıyla yaygınlaştığını belirtir. Terim, iki
anlamda kullanılır. Bunlardan ilki, kazılarla ortaya çıkan bir tür
bezemeyi niteler. Keşfedilen bazı Antik Roma bezemelerini örnek alan
bu teknik, gerçeküstü hayvan ve insan betimlemelerini bitkisel
öğelerle resmetmeye dayanır. Tüm Avrupa’ya yayılan grotesk,
gerçekçiliğin tam aksi bir sanatsal tutumu karşılayan bir sözcük
haline gelir; 18. yüzyılda ise, gülünç, akıldışı ve düşsel olguları
nitelemek amacıyla kullanılmaya başlanır. Vasari, sözcüğün ikinci
anlamının ise, “grotto” dan türemesi nedeniyle yapay mağara olduğunu
belirtir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Giorgio VASARI, Lives
of Seventy of the Most Eminent Painters, Sculptors and Architects,
Vol. III, New York, 1926, s.195-196.
[12] Francis-Ames LEWIS, The Intellectual Life of the Early
Renaissance Artist, Yale University Press, 2002, s.130.
[13] Peter Burke, “Nazire Çağı” tabirini, bu dönemde bazı yazarların
ve sanatçıların, Antik dönem yazarları ve sanatçılarının başarısını
tekrarlayabileceklerini ve hatta onları geçebileceklerini iddia
edecek kadar özgüvenli olmaları nedeniyle kullanmıştır. Ancak
“Nazire” tabiri, 16. yüzyıl Roma’sının önemli hümanistlerinden olan
Pietro Bembo tarafından da kullanılmıştır. Bembo, taklit üzerinde
durmuş ve taklide her zaman nazirenin eklenmesi gerektiğini
belirtmiştir (aemulatio semper cum imitatione conjucta sit).
Burke’nin de Yüksek Rönesans’ı “Nazire Çağı” olarak adlandırmasında
Pietro Bembo’nun etkisinin olduğu düşünülebilir. Bu konuda ayrıntılı
bilgi için bkz. Peter BURKE, Avrupa’da Rönesans: Merkezler ve
Çeperler, Çev. Uygar Abacı, Literatür Yayıncılık, İstanbul, 2003, s.
67-101.
[14] A.g.k., 67.
[15] A.g.k., 68-69 ve Stephen J.LEE, Avrupa Tarihinden Kesitler,
Çev. Ertürk Demirel, Dost Kitabevi, Ankara, 2002, s. 63-70.
[16] Papa X. Leo, Floransalı Medici ailesi mensubudur ve papa
olmadan önceki adı, Giovanni de Medici’dir.
[17] Peter BURKE, a.g.k., s.70.
[18] Leonardo’nun defterlerinin otuz bir adedi günümüze ulaşmıştır.
Bunlar Floransa Uffizi Galerisi, Torino Ulusal Kütüphane, Madrid
Ulusal Kütüphane, Washington National Gallery of Art, Leningrad
Hermitage Müzesi, Roma Vatikan Müzesi, Paris Louvre Müzesi ve
Fransız Enstitüsü, Londra National Gallery, British Museum ve
Victoria and Albert Museum olmak üzere dünyanın çeşitli kentlerine
dağılmış durumdadır. Bu defterlerin bir kısmı Türkçe’ye de
çevrilmiştir. Bkz. LEONARDO DA VINCI, Defterler, Çev. Turhan Ilgaz,
Hakan Yılmaz, Hil Yayıncılık, İstanbul, 1992.
[19] Engin AKYÜREK, Ortaçağ’dan Yeniçağ’a Felsefe ve Sanat, Kabalcı
Yayınevi, İstanbul, 1994, s.145-146.
[20] Jacob BURCKHARDT, İtalya’da Rönesans Kültürü, Çev. Bekir Sıtkı
Baykal, MEB Yayınları, İstanbul, 1957, s.216.
[21] Giorgio VASARI, Lives of Seventy of the Most Eminent Painters,
Sculptors and Architects, Vol. IV, New York, 1926, s.36.
[22] Engin AKYÜREK, a.g.k., s.145-146.
[23] M.KEMP- M.WALKERS, Leonardo on Painting, New Haven and London,
1989, s.252.
[24] A.g.k., s.196-197.
[25] A.g.k., s.59.
Leonardo Da Vinci
Resimleri için Tıklayınız
RESSAMLAR ANA SAYFASINA DÖN
|